22 Ekim 2008 Çarşamba

kıllanan adam

Fikirlerine katılmadığımız bir insana nasıl cevap vermeliyiz? Bana kalırsa “senin fikirlerine katılmıyorum çünkü benim savunduğum fikirler beni daha çok tatmin ediyor…” diyerek başlamak normal bir karşılık olabilir. Ama bu bize yetmiyor genelde. Onun fikirleriyle dalga geçmek, onu tehdit etmek, küçük düşürmek hatta o kişiyi toplumun hassas değerlerine karşı bir insan konumuna sokmak gerekiyor. Ne kadar çok kişi onun hakkında kötü düşünürse o kadar iyi. En sert ve acımasız halimizi takınıyoruz, genlerimizde var bu. Şaka niyetine el ense çekiyoruz, gerekirse kızımızı da dizimizi de dövüyoruz biz. Gazozun kapağını öyle bir sıkıyoruz ki siksen açamazsın…

26 Ağustos 2008 Salı

dün gece

x sayesinde tanışmıştım onunla, toplamda üç beş kereydi bütün görüşmemiz. o zamanlar "hoş bir kız" idi sadece.

yurtdışında okuyan eski bir arkadaşım x. geçen sene olduğu gibi tatil zamanı buraya geliyor ve hepimizi bir barda topluyor. masaya biraz geç geliyorum, ilk defa kısa saçlı görüyorlar beni. hepsi yakıştığını, şimdiye kadar neden kestirmediğimi, vs diyor. "o" da katılıyor bütün yorumlara, gülümseyerek..

masada onunla yanyana oturuyoruz. hepberaber sohbete katılıyoruz kalabalık ortamda. espriler yapıyorum, öyle güzel gülüyor ki..gözleriyle gülmenin ne demek olduğunu örnekliyor her seferinde. vücudumun her hücresi onu güldürmek istiyor aniden. işiyle ilgili soruları cevaplıyor, "yorucu ama mutluyum" diyor gene o hoş gülümsemesiyle. "neden bla bla işleriyle uğraşmıyorsun?..daha iyi, daha kazançlı" diyorlar dört bir koldan. "patronlarım, iş arkadaşlarım öyle iyi insanlar ki.." diyor. "acaba ne kadar şanslı insanlar olduklarını biliyorlar mıdır" diye soruyorum kendi kendime..

erken kalkması gerekiyor, son otobüsü kaçırmak üzere. hepimiz kalması için ısrar ediyoruz. ailesi burada değil, yine de evdeki kardeşini arayıp durum değerlendirmesi yapması gerekiyor. kalmaya karar veriyor sonra, gülümsüyorum.

beyaz t-shirt'ü, açık renk pantolonuyla iş hayatından, arkadaşlık ortamlarından, kitaplardan konuşuyor. o sakin ses tonuyla, arada bir koluma dokunarak anlatıyor bir bir. kare karalamaca çözmeyi seviyor..başka ne isteyebilirim bilmiyorum.

masada siyasi mizahla, askerle, hükümetle, dinle ilgili ağır bir sohbet başlıyor. elimden geldiğince normal bir muhabbet seviyesini sürdürüyorum. onu kontrol ediyorum, esniyor.

"nerede kalıcaksın" diyorum ona, "x neredeyse orada" diyor gene gülerek. senede bir gördüğü arkadaşını yalnız bırakmak istemiyor. x başka bir arkadaşında kalmak üzereyken bize gelmeye karar veriyor. seviniyorum, bize gidiyoruz. o, yanıma oturuyor yolda.

odama giriyoruz, izleyecek birşeyler açıyorum. o hafiften sızıyor yatağımda. elinde değil, sevdiği işi var ertesi güne. x ile ışığı kapatıyoruz, "gitmeyin ben uyandım" diyor, doğrultuyor kendini yatakta ama kısa sürüyor tabi çabası. onu rahatsız etmek istemiyorum, kibar davranıyorum elimden geldiğince. yarın işe bırakacağımı söylüyorum onu. rahatsız etmek istemiyor beni ama ısrar ediyorum. "yatmadan birşey ister misin" diyorum, "su" diyor. bir şişe getiriyorum dolaptan, yanına bırakıyorum. "iyi geceler" diyip odamın kapısını üzerime kapatıyorum. x ile diğer yatak odasına geçiyoruz.

eski günlerden konuşmaya başlıyoruz yatakta..oda arkadaşıyken başımızdan geçenleri, akşam vakti gitar çalışlarımızı, hacettepeli kızların bizi otostopa almaları ve bizi bıraktıkları bara beş dakika içinde geri dönmelerini..gülüyoruz. görüşmeyeli yaşadığımız ilişkilerden karşılıklı birer kuple sunuyoruz. onun hakkında konuşmak istiyorum x ile ama boğazım düğümleniyor, konuşamıyorum..bir süre sonra uzun süreli ilişkileri ne kadar özlediğimizi farkediyoruz. "çünkü onlar kokuyorlar" diyor x. saati kurup uyuyoruz.

sabah x uyandırıyor beni, saatin çalmasına yarım saat kala. onun gitmeye hazırlandığını duyuyorum. üzerime birşeyler giyip odadan çıkıyorum. kapıda yakalıyorum onu, ayakkabısının bağlarını bağlarken. "uyandırmak istemedim" diyor. gülüyorum, "hadi çıkar ayakkabılarını daha kahvaltı yapacağız" diyorum. kendimize gelip okula gidiyoruz.

uzun süredir gelmemişiz okula, mutlu oluyoruz. kafede kimse yok, çayları ve poğaçaları alıp bahçeye oturuyoruz. x ile eski bölümleri hakkında konuşuyorlar, onları dinliyorum. sonra üzerimize bir kedi çıkıyor, bitiremediği poğaçasını kediye veriyor parça parça. vakit geliyor, kalkıyoruz.

arkaya oturuyor bu sefer. trafik sıkışık, dikiz aynasını kontrol ediyorum sürekli. ve onu..işyerine geliyoruz. x ile sarılıyor, sonra benimle. "x olmadan da görüşelim bir ara diyorum" son bir güçle, gülüyor, "evet tabi" diyor.

"ne hoş biri o, di mi?" diyorum x'e. "öyledir" diyor x, "çok iyi biridir", eve geliyoruz. biraz gitar çalıyoruz. işlerini halletmesi gerekiyor x'in, çıkıyor bir süre sonra. "akşama görüşürüz" diyorum.

jesu açıyorum, yatağa bırakıyorum kendimi. yastığımda onun kokusu var..x'in sözü geliyor aklıma: "çünkü onlar kokuyorlar".

22 Ağustos 2008 Cuma

kafa..

nedir?..omzumuzun üstünde kalan kısım mı?hani şu göz burun kulak vs i barındıran?..yok öle değil.kafa güzel olan birşeydir.güzel olması muhtemeldir.güzel olunca en güzeli olur :) hep böyle olsa dedirtir.anlık vazgeçmişliktir..

21 Ağustos 2008 Perşembe

yazmak..

..hep zor gelmiştir bana.çok büyük bir birikimin dışa vurumuymuş gibidir sanki yazmak.en basit şeyden bahsedilse bile o birikime sahip olanla olmayan arasındaki farkı hemen farkedebiliyorum.belki de bu yüzden yazmaktan çekiniyorum.kendime karşı çok acımasızım.yazdığım iki kelimeyi bile basit, kendini beğenmiş ya da samimiyetsiz bulmam an meselesidir hep.

konuşmak öyle değil mesela.konuşurken retorik şovu yapmanızı beklemez kimse sizden.ya da beste yapmak; gitarın telleri parmaklarımdan akıp gider ama güzel sözlerle süslemeyi asla becerememişimdir.yazmak..daha ciddi, daha işinin ehli insanlara göre gibi.hep beynime yazdım o yüzden, şimşek hızındaydı hislerim ama dökemedim hiçbir yere.çok da güzeldi bazıları, ya da o gün canımı sıkan adama verilecek çok yerinde cevaplardı.kafamın içinde yeterince boş sayfa kalmadı sanırım.

vokal arka plandaki şarkıda "sunday morning" diyor usulca.aklıma bu yaz gördüğüm o muhteşem, kuğu zerafetindeki yelkenli geldi, sunday morning..belki de ismi yüzünden hayran olduğum sadelikti.

novembre

"yoğun".aklıma ilk gelen tanım bu novembre için.bolca hüznün yanında umut var.birikmiş bir kızgınlığın yanında affetmek de.tonlarca ağırlığıyla önüme atıyor, kulağımdan içeriye girip beynime işliyor.oysaki deliktir benim kulağım, girenlerin ve saniyesinde çıkanların haddi hesabı yoktur."ateraksiye" diyorlar benim gibiler için sanırım, bilemem.

çok az hissediyorum artık bu yoğunluğu.büyük bir boşvermişlik içinde ilaç gibi geliyor her dinlediğimde.bir yerlerde bir benliğim aç her zaman bu yoğunluğa, kaotik bir haz bu benim için.beni besleyen, mutlu eden, ilham veren, hayal alemine iten.